GERÇEK TIBBIN ON ŞİFRESİ – NE KADAR GERÇEK NE KADAR YALAN?

İç Hastalıkları Profesörü Canan Efendigil Karatay, geçenlerde sözde ezber bozan iddialarına bir yenisini ekledi. “Bol bol tuz yemekten çekinmeyin, kaya tuzu yüksek miktarda alındığında tansiyonu yükseltmez, aksine düşürür” dedi. Sayın Profesörün daha önce de “çocuklara sınırsız miktarda şekersiz Türk kahvesi içirilmesi”, “şeker hastalığının genetik bir profilinin olmadığı”, “her gün aç karnına iki bardak zeytinyağı içilmesi” ve “lipit düşürücü ilaçların palavra olduğu” gibi bilimsel gerçeği yansıtmayan ve halk sağlığında telafisi mümkün olmayan zararlara neden olabilecek başka ezber bozan önerileri de vardı. Karatay’ın önerileri ilginç bir şekilde toplumun özellikle eğitimli kesimi arasında büyük bir ilgi görüyor. Uyarı amaçlı sosyal medya paylaşımlarınız veya bir konferansta kendisini eleştirmeniz karşınızda kendisini şiddetle savunan birilerini bulmanıza yol açabiliyor. Geçenlerde Saray’a da davet edildi. Yakında kendisini Yüksek Öğretim Kurulu Üyesi olarak veya TÜBİTAK Bilim Kurulunda görürsek şaşırtıcı olmaz. Hak edenlerin hak ettiği şekilde memleketin önemli kurullarında yer alması ve millete hizmet etmesinde hiçbir sakınca yok; tabii ki gerçekten hak etmeleri koşulu ile.

Sayın Karatay’ın geçenlerde “Gerçek Tıbbın 10 Şifresi1 adlı yeni bir kitabı çıktı. Kitabın kapağında özellikle bunun bir profesör, yani akademik kariyer basamaklarının en üst seviyesine erişmiş biri tarafından yazıldığı da vurgulanmış. Doğal olarak kitabı eline alan biri, gerçek tıpla ilişkili yeni ve önemli bilgilerin alanın uzmanı bir akademisyen tarafından açıklandığını anlıyor. Başka bir şey düşünmek mümkün değil, çünkü Sayın Karatay bir iç hastalıkları uzmanıdır ve ülkemizin bir üniversitesi’nin profesör kadrosundadır. Kitap girdiğiniz bütün kitapçılarda sizi hemen girişte karşılıyor. Ayrıca en çok satanlar rafında ve bilim kitapları arasında sürekli “al beni” diye sizi uyarıyor. Böylece Hoca’nın kadim hayranları dışındaki kitlenin de dikkati çekiliyor.  Piyasaya çıkmadan önce medyanın popülaritesi yüksek gazetecilerden Ayşe Arman kitabı tanıtmaya yönelik önemli röportajlar yayımladı. Bunların birinde “Canan Karatay ile sokakta yürümenin mümkün olmadığını, toplumda Tarkan etkisine sahip olduğunu” ifade etti.2 Ayşe Arman’ın bu saptaması Karatay’ın ağzından topluma ulaşan sağlıkla ilgili önerilerin önemini birkaç kat daha artırıyor. Buradan toplumun Tarkan benzeri bir idol olarak gördüğü Karatay’ın her sözüne kolayca inanıp sorgulamaksızın uygulayacağı çıkarımını yapmak pek de mantıksız olmaz.

Gerçek Tıbbın 10 Şifresi özenli bir şekilde basılmış. Bilimsel bir kitabın uymak zorunda olduğu, iddiaları ilgili kaynaklarla destekleme ve kaynakların künyelerini anlaşılır biçimde açıklama özelliği ihmal edilmemiş. Bu, Tarkan kadar tanınmış bir akademisyen tarafından yazılan kitabın güvenilirliğini ve etkisini daha da artırıyor. Ancak uzman gözüyle dikkatle incelendiğinde kitabın bu şartları sadece görüntüsel olarak sağladığı anlaşılıyor. Her vesile ile kanıta dayalı bilime ve Batı tıbbına karşı duruşu ile halkımızın ve Ayşe Arman gibi gazetecilerin gönlünde taht kuran değerli akademisyenimiz çoğu iddiasını desteklemek için kitabına koyduğu kaynakları ya dikkatli okumamış ya da kaynak gösterimi konusunda özensiz davranmış. Çünkü kitabında kullandığı bazı kaynaklar iddia ettiği konularla ya ilişkili değil ya da başka bir şey ifade ediyor. Hatta birazdan vereceğim örnekte olduğu gibi Karatay’ın iddiasının tam tersini söylüyor. Burada tüm kitaptaki iddiaları ve bunları desteklemek için kullanılan kaynakları ele alsam başka bir kitap yazmak gerekecek. Bu nedenle ben sadece oldukça önemli gördüğüm bir tanesi üzerinde durmak istiyorum.

Gerçek Tıbbın 10 Şifresi isimli kitabın 132. sayfasının 5. paragrafında Karatay tam olarak şunları söylüyor: “ABD Washington Üniversitesi’nde görevli araştırmacı Belding H. Scribner, 1983 yılında yüksek doz tuz verdiği kişilerin damarlarında gevşeme yani genişleme olduğunu göstermiştir.”268 İzleyen paragrafta da “Damarların genişlemesi, biliyoruz ki tansiyonu yükseltmez aksine düşürür” diyerek devam ediyor. Bu iddia kan basıncı ile tuz kullanımı arasındaki ilişkiyi açıklayan ve yıllardır kabul gören, sağlık bilimleri alanında öğrencilere öğretilen, bilim kitaplarında yazılan ve kanıta dayalı tıpta uygulanan bilgi ile tamamen zıt yöndedir. Böylece Karatay bilinen, yerleşik bilginin tam aksini savunarak “ezber bozan” bir akademisyen görüntüsü veriyor. İddiasının sonunda kullandığı 268 numaralı kaynağın3 JAMA (Journal of the American Medical Association) isimli Batının en saygın tıp dergilerinden birinde yayımlanmış olması ilk bakışta kendisine önemli bir destek sağlıyor. Kitapta bu satırları ve dayanağı olan kaynağı ilk gördüğümde Hoca’nın herkesin gözünden kaçan ya da çeşitli nedenlerle dikkate alınmayan önemli bir klinik çalışma üzerinden tartışma başlatmak istediğini ya da buna dikkat çekmek istediğini düşündüm. Ancak yüksek dozda tuzun tansiyon düşürücü olduğunu ve aşırı tuz tüketmekten çekinmemeyi önermenin daha fazla kaynakla ve daha açık bir biçimde desteklenmesi gerektiği endişesi ile ilgili makaleye ulaşıp inceledim.

Ulaştığım makale kitaptaki ifadenin aksine klinik bir çalışma içermiyordu. Yaklaşık bir buçuk sayfalık makale, tuz ve hipertansiyon ilişkisi üzerine yine aynı dergide yayımlanan başka bir makaleye4 de atıfta bulunarak diyette yer alan tuzun hipertansiyon ile ilişkisini değerlendiren kısa bir derleme niteliğindeydi. Yani Karatay’ın iddia ettiği gibi birilerine Belding Scribner tarafından yüksek dozda tuz verilmesi söz konusu değildi. Dahası bu makalede ve atıfta bulunduğu diğer makalelerde4,5 tuz verilen birilerinde damarların gevşemiş olduğundan da söz edilmiyordu. Tam tersine, bu makaleler Karatay ile aynı fikirde değildi. Özellikle duyarlı kişilerde diyetteki tuzun kısıtlamasının ya da aşırı tuz kullanımından sakınmanın hipertansiyon tedavisi için yararı tartışılıyordu. Bu makalelerle yetinmeyip ısrarla tuzun damarlarda genişletme yaptığı ya da yüksek dozda tuz veya kaya tuzu ile tansiyonun düşürüldüğü ciddi bilim dergilerinde yayımlanmış bir makale aradım. Böyle bir makaleye ulaşamadığım gibi ulaştığım makaleler tam tersini söylüyordu. Ortak kanı aşırı tuz tüketiminin hipertansiyon için iyi bir şey olmadığı, duyarlı kişilerde tuz kısıtlamasının tansiyonun düşürülmesine yardımcı olduğu, yaşam kalitesini ve süresini artırdığı şeklindeydi. Diyet ile alınan tuzun damarlar üzerine etkilerini inceleyen nispeten yakın tarihli kapsamlı bir çalışmada da, aşırı tuz tüketiminin veya duyarlı kişilerde diyet ile alınan tuzun zamanla damar yüzeyinde hasar oluşturduğu ve damar sertliğine yol açtığı, ilgili fizyolojik düzenek üzerinden net bir şekilde anlatılıyordu.6 Bu arada kaya tuzu ile sofra tuzunun, her ikisinin de sodyum ve klorürden oluştuğunun, kaya tuzunun kan basıncı veya böbrekler üzerine sofra tuzundan farklı bir etkisi olmadığının da altını çizmek gerekir.

Sanırım Karatay’ın kitabının ilgili sayfasında “ABD Washington Üniversitesi’nde görevli araştırmacı Belding H. Scribner” diye tanımladığı kişinin kendi uzmanlık alanının ne kadar önemli bir figürü olduğundan ve neler yaptığından da haberi yok. Bilse Scribner’i böyle bir iddiaya alet etmeye çalışmazdı diye düşünüyorum. Bilimsel makalelere ulaşmada önemli bir arama motoru olan PUBMED veri tabanında Canan Karatay’ın hiçbirinde ilk isim olmadığı sadece 5 makalesi bulunurken, Scribner’in 45 tanesinde ilk isim olduğu 171 makalesine ulaşılabiliyor. Karatay hayranları bu ve benzeri (örneğin Web od Science, SCI gibi) veri tabanlarında daha fazlasına ulaşabiliyorsa ve ben göremiyorsam iletmeleri halinde yazımda gerekli düzeltmeleri yaparım. “Scrib” lakabı ile tanınan Profesör Belding Hibbard Scribner kendi adı ile anılan Scribner Shunt’ını tedaviye sokan kişidir. Her ne kadar bu alet zamanla terk edilmiş olsa da bugünkü diyalizin gelişmesine önemli ölçüde katkı sağlamıştır. Scribner’in çalışmalarının neredeyse tamamı böbrek yetmezliği, diyaliz, kan basıncı ve kalp-damar sistemi ile ilişkilidir. Bu çalışmalarının hiçbirinde Karatay’ın iddiaları ile paralel bir fikir ileri sürmemiştir. Ölümü sonrası çalışmalarını anlatan iki önemli biyografik yazıda da7,8 Scribner’in hastalara tuz verip damar genişlemesi yaptığına ya da bununla ilişkili bir çalışması olduğuna dair herhangi bir bilgi yoktur.

İçinde hatırı sayılır miktarda yüksek eğitimli bir kitleyi de barındıran Karatay hayranlarının çok öfkelendiğini ve beni Batıdan aldığım kaynaklar ile Karatay’ı karalamaya çalışmakla suçladıklarını duyar gibi oluyorum. Unutmasınlar ki Karatay da Gerçek Tıbbın 10 Şifresi’nde çoğunlukla Batılı bilimcilerin kaynaklarını kullanmış.  Ben çarpıttığı kaynaklardan sadece birini örnekledim. Profesör düzeyinde bir iç hastalıkları ya da kardiyoloji uzmanının Scribner gibi bir bilimcinin kaynağını kitabında bu şekilde kullanmasının hiçbir mazereti olamaz. Karatay kaynağı çarpıtarak kullanmakla kalmamış, medyanın da desteğiyle yanlış ve ciddiye alındığında ölümcül sonuçları olabilecek bir bilgiyi ısrarla, pervasızca topluma iletmeye devam etmiştir. Bu haberlere bağlı olarak aşırı tuz alıp tansiyonunu düşürmeye çalışırken veya tuz kısıtlaması yapması gerekirken bunu yapmadığı için zarar görenler olup olmadığını bilmiyoruz, ama olması kuvvetle muhtemel. Madde bağımlılığı üzerine verdiğim konferanslarda çocuklarına enerji içeceği veya kahve vererek okul başarısını artırmak isteyen ve benim “Kafein, hele de enerji içecekleri bağımlılık yapar, çocuklarda bu kadar rahat kullanılmaması gerekir” şeklindeki uyarılarıma şüpheyle yaklaşıp Karatay’ın tavsiyeleri üzerinden kendini savunan çok anne ve baba ile tanıştım.

Karatay’ın yaptığı, Stanford Üniversitesi’nden Robert Proctor’un tarif ettiği9 Agnotoloji yani cehalet bilimidir. Agnatoloji, bir fikri yerleştirmek ya da bir ürünü satmak için, başka bir deyişle siyasi veya ticari bir çıkar elde etmek için, kasıtlı olarak kafa karışıklığı yaratılması ve yalan bilgi yayılması olarak tanımlanıyor. Proctor’a göre dünya medya destekli, köklü bir cehalet dönemi yaşıyor. Günümüzde bilgiye erişmek çok kolay, ancak bilginin erişilebilir olması gerçek bilgiye ulaşıldığı anlamına gelmiyor. Ulaşmanız istenen sahte bilgiler ile algınız ve tercihleriniz yönlendirilebiliyor. Algı yönetimi toplumların duygularını, motivasyonlarını ve davranışlarını etkilemek amacıyla seçilen bilgileri ve göstergeleri gerçekleri karartarak kendi istediği şekilde empoze etme eylemidir. Bunun için, medya tarafından üniversite ve bilim adamları, popüler yazarlar, popüler sanatçılar, din adamları ve kanaat önderleri bilerek ya da bilmeyerek kullanılır ve böylece toplumda istenilen şekilde bir algı oluşturulur. Oysa gerçek başkadır. Bu bilgileri doğru kabul edip zarar görürken, yönlendirilmiş algınız yüzünden sizi uyaranları düşman sanıp gerçek bilgileri asla kabul etmezsiniz. Gelişen teknoloji ile bilgiye erişim hızlanıp kolaylaştıkça Agnotolojinin etki alanı da genişliyor. Medya desteği ile topluma idol olarak sunulan akademisyenler veya bazı popüler kişiler kasıtlı olarak cehalet yaymak isteyen güçlü çıkar gruplarına hizmet ediyor. Ticari çıkarlar saf bilimsel veri görüntüsüne öyle başarılı uyarlanıyor ki bazı yanlışlar sanki bilimsel doğruymuş gibi anlatılıyor.

Karatay’ın giderek artan pervasızlığının ve etki alanını genişletmesinin altında, meydanın boş olmasının yanı sıra yasal yetersizlikler de var. Karatay’ın kitabında yaptığı çarpıtmanın ölümcül sonuçları olabilir. Bu çarpıtmaya hukuk açısından bakıldığında, bilerek yaptı ise taammüden (planlayarak), bilmeyerek yaptı ise, yani kitaplarını başkası yazıyor veya kaynaklarını iyi kontrol etmemiş ise taksirle (kazara) insan sağlığına zarar vermeye girer. Türk halkını hatalı bilgilerle bilimsel verilerle dolandırmanın ve zarara sokmanın yasal yollardan ispatı ise oldukça güç. Etik yaptırımlar ise caydırıcı ve etkili olmaktan uzak. Öte yandan alternatif tıp masalı ile milleti dolandırmaya hazır birileri elde edeceği kazancın hesabı peşinde. Ünü her geçen gün daha da artan böyle bir akademisyen, alternatif tıp kisvesi altında elde edilecek kazançlar için herkese lazım. Buna karşın, Amerika Birleşik Devletleri’nde kalp-damar cerrahı Profesör Mehmet Öz alanı dışına çıkarak Amerikan halkını yanlış bilgilendirdiği ve sağlığını tehlikeye soktuğu gerekçesiyle yargılandı ve milyon dolarlarla ifade edilen yüklü bir tazminat ödedi. Columbia Üniversitesi’ndeki işine de son verildi.

Gerçek ve geçerli bilgi vermeyen kitapların ve akademisyenlerin medya marifetiyle etki alanını giderek genişlettiği ülkemizde, sağlık ile ilişkili bir akademisyen olarak halkın görebileceği zararlar konusunda endişeliyim. Bu yazıyı da bunun için kaleme aldım. Niyetim Karatay ve benzerlerini karalamak değil, olana bitene dikkat çekmek. Belki bu yazıyı okuyanlar bu tür kişilerin tavsiyelerine ve kitaplarına biraz daha sorgulayıcı ve dikkatli yaklaşır, bu tip aldatmaların farkına varan sağduyulu hukukçular ve devleti temsil eden yetkililer buna karşı halkı koruyucu önlemler almak üzere harekete geçer.

Kaynaklar

1) Efendigil Karatay C. Gerçek Tıbbın 10 Şifresi. Hayy Kitap, İstanbul, 2018.

2) Arman A. Karatay Hoca’nın yeni önerisi: Korkmayın! Kaya tuzu kullanın tansiyonu yükseltmez, düşürür! Hürriyet Gazetesi, 25 Şubat 2018.

3) Scribner BH. Salt and hypertension. JAMA, 250(3): 388-389, 1983.

4) Holden RA, Ostfeld AM, Freeman DH, Hellenbrand KG, D’Atri DA. Dietary salt intake and blood pressure. JAMA, 250(3): 365-369, 1983.

5) Beard TC, Cooke HM, Gray WR, Barge R. Randomised controlled trial of a no-added-sodium diet for mild hypertension. Lancet 2(8296): 455-458, 1982.

6) Edwards DG, Farquhar WB. Vascular effects of dietary salt. Curr Opin Nephrol Hypertens 24(1): 8-13, 2015.

7) Couser WG. In memoriam Belding H. Scribner, MD 1921-2003. J Am Soc Nephrol 14: 2419-2420, 2003.

8) Blagg CR. Belding Hibbard Scribner – Better known as Scrib. Clin J Am Soc Nephrol 5: 2146-2149, 2010.

9) Proctor R, Schiebinger LL. Agnotology: The Making and Unmaking of Ignorance. Stanford University Press, San Fransisko, CA, 2008.

Tayfun Uzbay: Prof.Dr. Tayfun Uzbay 1982 yılında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden mezun oldu. Gülhane Askeri Tıp Fakültesi (GATA) Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı’nda 1992 yılında doktorasını tamamladı. Aynı bölümde 1995 yılında doçent, 2003 yılında profesör unvanını aldı. | Hakkımda
İlgili Yazılar