07 Nisan 2020 tarihinde katıldığım Habertürk TV programı ile ilişkili olarak gazeteci/yazar Soner Yalçın Oda TV’de “Profesör kimliği kaç ayıbın üstünü kapatır” başlıklı bir yazı yayımladı. Yazının ilk kısmı FETÖ kapsamında tutuklanan, ceza alan ve daha sonra serbest bırakılan başka bir akademisyenin böyle bir programda olmasını sorguluyor. Yazının bu tarafı itham edilen akademisyeni ve ilgili haber kanalını ilgilendiriyor. Diğer akademisyeni ne tanırım ne de programa ben davet ettim. Burada usulsüz bir şey varsa devlet gereğini yapar.
Yazının son kısmı ise tamamen bana ayrılmış REDDEDİLİNCE DÜŞMAN OLDU başlığının altına şunları yazmış Sayın Yalçın: Soner Yalçın “Kara Kutu” kitabını çıkardıktan sonra “harika bir eser, bende de başta şizofreni olmak üzere çok bilgi var, Soner Bey ile yan yana gelip kitap yazalım” diye Barış Pehlivan ile haber gönderen; ama beklediği yanıtı alamayan Prof. Tayfun Uzbay da ilgili programda fırsat bulup Soner Yalçın ve “Kara Kutu” hakkında ağır sözler sarf etti.
Görünen “Profesör” kimliği çok ayıbın üstünü kapatıveriyor.
Bu yazı aynı Kara Kutu kitabı gibi bazı hatalı, yanlış ve çarpıtma bilgiler içeriyor. Yasal haklarım saklı olmak üzere kendisine bir yanıt verme zorunluluğu ortaya çıktı. İddialarına karşı gerçekler şöyledir:
Kara Kutu’ya hiçbir zaman “harika bir eser” demedim. Kitap çıktığından beri Üniversite derslerimde, katıldığım birçok konferans ve toplantıda kitabın ilaçlar ve aşılarla ilişkili toplum sağlığını tehlikeye atan hatalı bilgilerini düzeltmeye çalıştım. Toplum sağlığı adına bunu yapmam gerekliydi, çünkü ben bir farmakoloji, yani ilaç uzmanıyım. Bu yaklaşıma ve eleştirilerime konferanslarıma katılanlar ve öğrencilerim alenen şahittir. Bu konudaki tüm sosyal medya paylaşımlarıma da ulaşabilirsiniz. Hiç birinde Kara Kutu’yu öven tek bir cümle yok. Aksine kendisine sorduğum ve hala yanıt beklediğim bazı sorular var. Merak ettiğim, Sayın Yalçın’ın kitap çıktığından beri yazdığım olumsuz eleştirilere bu güne kadar yanıt vermeyip, bunu neden bugün ve bu şekilde konu ettiği? Sabırla bir FETÖ’cü ile, öyle ya da böyle, yolumun kesişmesini mi bekledi? Merak ettiğim bir şey daha var: Yazısında benim de 9 ay sözde askeri casusluk suçlaması ile İzmir’de tutuklu kaldığımı, yani bir FETÖ mağduru olduğumu niye ifade etmemiş. Bilmiyor mu, yoksa işine böyle mi geliyor?
Kendisine ne şizofreniyi içeren ne de başka bir kitap yazımını içeren herhangi bir başvuruda ve teklifte bulunmadım. Bunu nasıl bir kanıta dayandırıyor merak ediyorum. İşin doğrusu şu: Kara Kutu ile ilişkili uyarıları dikkate almayınca, Barış Pehlivan’a, “Son yazdığım Cehalet Bilimi kitabım ile aynı şeyleri söylemeye çalışırken yaptığı bazı teknik hatalar nedeniyle haklı eleştiriler aldığını” söyledim. “Bilen birine danışsaydı iyi olurdu, ben de eleştiriyorum, çünkü halk sağlığının korunması gerekiyor” dedim. Ardından “Soner Yalçın ile düzeyli bir tartışma ortamı yaratılırsa tartışmaya hazır olduğumu” ekledim. Böyle bir işbirliğinin halk sağlığı açısından önemli olduğunu da vurguladım. İki amacım vardı: Birincisi halk sağlığını korumak, ikincisi bazı hatalı bilgilerinde inat etmek yerine bunları düzeltmek üzere kendisini ikna etmek. Böyle bir şeye girişmemin bir nedeni de gazeteci kimliğine ve yazarlığına saygı göstermekti. Kendine ve bilgisine güvenen eleştiriden de tartışmadan da kaçmazdı. Sayın Yalçın bu teklifi kabul etmedi. Bunları kanıtlayabilecek belgeler de elimde mevcut. Gerekirse açıklarım.
Bilenler bilir; ben 2012 yılında şizofreni hastalığını tedavi edeceğini öngördüğüm ilaç patenti aldım. O zamanlar GATA’da Psikofarmakoloji Araştırma Ünitesi’ni yönetiyordum. İlacın geliştirilmesi ve hastaya sunulması süreçleri için proje oluşturdum. Patentin milli kalması ve ilacın Türkiye’de geliştirilmesi için başka işbirliklerini kabul etmedim. Arkasından kumpasa maruz kaldım. İzmir sözde casusluk davasına karıştırıldım. Dokuz ay hapis yattım. Hakkımda açılan davalarla dört yıl mücadele ettim. Çok şükür hepsinden beraat ettim, ancak laboratuvarım kapandı, projelerim sekteye uğradı. Türk Silahı Kuvvetleri’nden emekli olmak zorunda kaldım. Üsküdar Üniversitesi’nde iş bulup çalışmaya başladım. Burada çalışmalarımı sürdürmekteyim.
Süreci anlatan “Şizo-Fren” isimli bir kitap yazdım. Kitabı 2016 yılında tamamladım. Bu esnada kitabı bastırabilmek için birçok yayın evinin kapısını çaldım. Bunlardan biri Kara Kutu’yu da basan Kırmızı Kedi idi. Kırmızı Kedi diğer yayın evleri gibi tanınmış bir yazar olmadığımı ve konunun çok işlendiğini, kısaca kitabın fazla bir satış ihtimalinin olmadığını söyledi. Cezaevi kısımları ile bazı bölümler çıkartılırsa belki basabileceklerini söylediler. Ben bunu kabul etmedim. Ceza evi süreci ve GATA’da öncesinde yaşadığım kumpaslar benim için önemliydi. Kitabı alıp ayrıldım. Benim şizofreni ve kitap bastırma ile ilişkili gerçek hikayem bu.
Kitabımı basmak için kabul etmeyen hiçbir yayın evine kırgın değilim. Soner Yalçın da bildiğim kadarı ile Kırmızı Kedi’nin sahibi değil, sadece bir yazarı. Burada durumdan nasıl bir vazife çıkardı bilmiyorum. Ancak, kendisinin ilaç keşfi sonrası itibar cellatlığı yapan bazı internet sitelerinin ve yayın organlarının beni hedef göstermesine yardımcı olan, zamanın popüler dizisi Kurtlar Vadisi’nin konsept danışmanı olduğunu biliyorum. Komplo teorilerine bu kadar gönül vermiş birinin Türkiye’de ilaç geliştirmeye çalışan bir bilim insanının ve şizofreni ilacının başına gelenleri kitabında neden sorgulamadığını merak etmiyor da değilim.
Bahse konu programda sadece ilaç ve aşı reddinin ne kadar kötü sonuçları olabileceğini anlatmaya çalıştım. Bu kadar alınganlık gösterdiğine göre hala aşı ve ilaç reddini savunuyor olmalı. Korona aşısı bulunsa, onu da yaptırmayın diyecek. Sizce bu kadar öz güven nereden geliyor?
Cehalet Bilimi isimli kitabım aslında Soner Yalçın ve destekçilerinin toplum sağlığına verebileceği zararları açıkça ortaya koyuyor. Rahatsızlıklarını anlıyorum. Tanınmış bir yazar ve gazeteci olmanın avantajlarını kullanan, toplum sağlığını hiçe sayan, egosu nedeniyle hatasını kabul etmeyen ve ilgili uzmanlara tepeden bakan bu şahsın onurla taşıdığım, uğruna bedel ödediğim ve gerekirse yine bedel ödemekten çekinmeyeceğim akademik unvanıma ilişkin sözleri benim için yok hükmündedir. Gerçek gazetecinin görevi toplumu hakikat ile buluşturmaktır. Bir bilim insanı olarak, toplum karşısında alnım ak ve vicdanım rahattır; asıl ben Soner Yalçın’a soruyorum: Yalan haber ile gazetecilik kaç ayıba neden olur?